TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK (4) – YÖK Sorunu

Bu yazı dizisinin önceki kısımları:
TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK (1)
TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK (2)
TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK (3)

 

Bazılarına göre eğitim camiası üstündeki “Demokles’in Kılıcı” olan Yüksek Öğretim Kurulu, 1982 darbe anayasası ile kurulmuştur. Aradan geçen 30 küsur yıla rağmen hala varlığını sürdürmektedir. Bugünkü tabloya bakacak olursak, özetle YÖK’süz de olmuyor, YÖK’le de olmuyor. Öyle karmaşık bir durum…

İlginç olanı siyasetçiler bu anayasayı tenkit etseler de, bazı maddelerini değiştirmişler ancak ana ruhuna dokunmamışlardır. Yani YÖK yasası da değiştirilmemiştir. Anlaşılan her şeye rağmen bu anayasa işlerine gelmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, dünyanın hemen hiçbir ülkesinde olmayan % 10’luk seçim barajı, bu anayasanın ve uygulayanların ayıbıdır.

 

YÖK yasası ile Türkiye’de üniversitelerin akademik yapısı ve işlevi değiştirilmiştir. Demokratik kurallar pek işlemez hale gelmiştir. Öğrencilerin hareket özgürlüğü kısıtlanmıştır. Diğer bir ifade ile 1980 öncesindeki kanlı olaylara tepki olarak hem anayasa hem de YÖK yasası çıkarılmıştır. Maksat hocaları da öğrencileri de zapturapt altında tutmaktır.

1980 askeri darbe öncesinde ülkenin bütün kurumları gibi üniversiteler de sağcı ve solcu olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Edebiyat Fakültesinden örnek vermek gerekirse, solcular dersleri basar ve “haydi arkadaşlar foruma!” diyerek dersi bölerlerdi. Hocalar korkularından müdahale edemezdi. Duvarlara faşist hocalar diye bazı hocaların adları yazılırdı. Son yıllarda dersleri sürdürmek hayli zorlaşmıştı. Jandarma amfilerde sağcı ve solcu öğrenciler arasında oturarak, yani o iki grubun birbirine saldırmasına mani olarak, kürsüdeki hocanın ders vermesini sağlardı. Buna ders demek mümkün ise! Bir seferinde bir hocanın odasında iken iki-üç genç meslektaşımın içeri girdiler. Ben o sırada tabureye çıkmış Zeki Velidi Togan’ın odasındaki kitaplara bakıyordum. Arkamda silah şarjörünün namluya mermi sürme sesini duydum. Aralarında birinin 15-16 yaşındaki gence “oynama patlar” dediğine şahit oldum. Artık ne halde olduğumu siz anlayın. Ufacık çocuklar adam öldürür hale gelmişlerdi. Neticede askeri darbeyi herkes büyük sevinçle karşılamıştı. Çünkü artık akşamları korkusuzca sokağa çıkabiliyorlardı. Bu yüzden de askeri rejimin direktifleri doğrultusunda çıkarılan kanunlara kimse itiraz etmiyordu.

 

YÖK’e benzer kurumlar dünyanın hemen her yerinde var. Neticede yükseköğretimi koordine etmek gerekir. Ancak bizdeki kurum antidemokratik bir işleyişe sahip oldu.

Önce YÖK’ün gerçekleştirdiği yapıdan bahsedelim.

Üniversitelerin en yetkili makamını işgal eden Rektörler 4 yıl için seçilirler. Önce üniversitede seçim yapılır, ilk altı adayın adı YÖK’e yollanır. YÖK o adaylardan üçünü seçer. Bu seçimi mutlaka üniversiteden gelen sıralamaya göre yapması şart değildir. Sonra bu üç adayın ismi Cumhurbaşkanına yollanır ve o da bunların içinden birini rektör ilan eder. Bazen en az oy alan da rektör tayin edebilir. Bu, devlet üniversitelerindeki durumdur.

Vakıf üniversitelerinde yukardaki göstermelik demokrasi oyunu da yapılmaz, doğrudan doğruya mütevelli heyeti başkanı rektörü belirler. Devlette bir rektör iki dönem rektörlük yapabilirken, vakıfta dört dönem dahi rektörlük yapanlar mevcuttur. Çünkü mütevelli heyeti o şahıstan çok hoşnut kalmıştır. “Yes Mr. Foundation President” (emret başkanım) diyenler en makbulleridir.

Maaşı bir tarafta devlet, diğer tarafta vakıf verdiğine göre karar hakkı da onların olmalıdır, değil mi? Siyasi partilerde demokrasi olmadığına göre üniversitelerde bunun olmamasına aslında niye şaşıyoruz? Benzer durumları açıklayan bir sözümüz de var: “Balık baştan kokar”.

 

Dekanlar, enstitü müdürleri, diğer akademik ve idari personel de rektörün onayı ile bulundukları makama getirilirler. Üniversitelerin yönetim kurulu ve senatoları da vardır. Her ikisinin de başkanı rektördür. Senatoda dekanlar, enstitü müdürleri ve yüksekokul müdürleri ve her fakültenin birer seçilmiş üyesi bulunur. Ben beş yıllık senato üyeliğimde rektörün onaylamadığı tek bir konunun kabul edildiğini görmedim. Doğru. Tartışmalar yapılır. Herkes kendi görüşünü ileri sürer ancak son söz rektörün olur. Yani böyle olmasa da parlamentodaki gibi keşmekeş çıkar. Kim ister ki bunu (!) Neticede senatodaki herkes birer devlet memurudur.

YÖK’ün talimatları her birim tarafından uygulanmaya çalışılır. Neticede üst merci orasıdır. Bu talimatlar ne kadar mantıksız olsa da, yerine getirilmeye çalışılır.

Mesela bir öğretim üyesi hakkında YÖK’e imzasız bir ihbar gelmiştir. YÖK bunu soruşturmayı emreder. Herhangi biri, birine garezi varsa böyle imzasız ihbarda bulunabilir.

 

Devletin ve bürokrasinin işleyişine bir başka örnek ise şöyledir:

Cumhurbaşkanı yurt dışına gider, orada bir üniversite veya okula yardım sözü verir. Onun verdiği söz, Dış İşleri Bakanlığına aktarılır. Dış İşleri Bakanlığı konu eğitim olduğu için YÖK’e yollar. YÖK bu talebi üniversite rektörlüklerine yollar. Rektörlükler de ilgili birimlere… Örneğin Cumhurbaşkanlığı bir Türki bir cumhuriyette söz vermişse, ilgili emir Türkiyat Araştırma Enstitüsüne ve Fen-Edebiyat Fakültesine yollanır. Top artık ilgili birimdedir. Ancak o birimlerin öyle bir bütçesi yoktur. Zaten dekanlıklara, enstitülere ve yüksekokullara tahsis edilen bütçeyi harcama yetkisi rektörlüğündür. Diğer ifade ile biz tek bir kuruş görmeyiz ama talepler bize gelir.

Ben işin kolayını bulmuştum. “Bütçemiz olmadığından bu talebi karşılayamıyoruz. Bilgilerinize arz ederim.” şeklinde cevap yazardım. Ben böylece bürokrasideki kuralı bozan şahıs oldum. Çünkü bu nevi taleplere uzun uzun cevap yazma alışkanlığı vardır. Yani çok laf söyleyip bir şey söylememe sanatı ülkemizde çok gelişmiştir. Zaten YÖK’ten gelen bir konu ile değişiklik yazılarını çözmek için kök sökerdik. Anlaşılmaz bir hukuki dille yazılan bu talimatları yorumlamak bize düşerdi. Kaç defalar YÖK’ü telefonla aradığımı hatırlarım.

 

Demirel’in bu minvaldeki isteklerinin dışında en büyük zararı Türki cumhuriyetlerden 10 bin öğrenci getirme kararı ile vermişti. Hiçbir şekilde altyapı hazırlanmadan eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen öğrenciler hayli mağdur oldular. Çoğunluğu tahsilini tamamlamadan ülkesine döndü. TÖMER adlı kurum bu yabancı öğrencilere “Türkçe öğrendiler” diye sertifika verdi. Aslında o çocuklar günlük konuşma yapmak ve özgeçmişlerini yazmaktan öteye gidecek Türkçe bilgisine sahip değillerdi. Dolayısıyla üniversitelerde hayli sıkıntı çektiler. Bazen Demirel Türklerin Türki Dünya ile ilişkisini bozmak için mi böyle bir yolu seçti diye düşünürüm. Cin gibi bir siyasetçi olan merhum Demirel’in Türkiye’deki kurumların işleyişini bilmemesi mümkün değildi. Ben Marmara Üniversitesinde bu Türki öğrencilerden sorumlu şahıstım. Ancak bana verilen ne bir bütçe vardı, ne de yetki. Bu konuda yaptığımız başvuruların hiçbirinden cevap alamadık. Türkiye’de kurumların cevap vermeme gibi bir özellikleri de bulunur.

Artık vakıf üniversiteleri bu sıkıntılardan kurtulmuş bulunuyor. Tek bir patron var, o da mütevelli heyeti başkanı. Herkesin kaderi o şahsın iki dudağı arasında. YÖK bu vakıf üniversitelerini de sözüm ona denetliyor. Ancak bugüne kadar ceza alan veya kapatılan bir vakıf üniversitesi duymadım.

 

 

Yükseköğretim konusunda en çarpıcı tenkidi daha geçenlerde, 08 Haziran 2015’te bir işadamı yaparak, gündeme oturdu. Azerbaycan devlet petrol şirketi SOCAR’ın Türkiye CEO’su Kenan Yavuz, YÖK’e yönelik sert eleştirilerde bulundu: [1]

 

Gecekondu  diye tabir ettiği üniversitelerin kurulduğunu belirten Yavuz, “Kasabalarda uluslararası ilişkiler olur mu? Yazık değil mi bu çocuklara?” diye sordu. Yavuz, üç yıl içinde binlerce meslek eğitimli işçi istihdam edeceğini fakat Türkiye üniversitelerinden mezun olanlara kapılarının kapalı olduğunu vurguladı, nitelikli iş gücü bulamadıklarından yakındı.

Kendisine üniversite mezunlarının CV yollanmamasını isteyen SOCAR’ın üst yöneticisi, bunları bakmadan çöpe attığını belirtti ve istenmesi durumunda YÖK’e hediye edebileceğini aktardı. Türkiye’deki üniversitelerin kalitesizliğine vurgu yapmayı sürdüren Yavuz, ailelere de seslendi: “Ailelere sesleniyorum, sitcom (güldürü dizisi) üniversitelere çocuklarınızı gönderip hayatlarını karartmayın. İş bulamazlar. Anadolu’nun köylerine uluslararası ilişkiler bölümü açan YÖK, yazık değil mi bu çocuklara, onlara ümit bağlamış ailelere?”

 

 

Gelecek yazıda:  Devlet veya Vakıf Üniversitelerinde çalışmak

 

[1] http://www.zaman.com.tr/ekonomi_socarin-ceosu-kenan-yavuzdan-yoke-gelen-cvleri-cope-atiyorum_2304299.html (erişim:08.07.2015)

 

 

Kapak görseli

Author: Nadir Devlet

Prof. Dr., Türk Dünyası tarihi ve uluslararası ilişkileri uzmanıdır. 20 ve 21. yüzyılda Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk halklarının geçmişi, bugünü, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yapıları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Share This Post On

Submit a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This