Hindistan gezimizin son durağı Varanasi idi. Daha önce Agra, Jaipur ve Yeni Delhi’yi görmüştük fakat Varanasi bizim için çok merak ettiğimiz bir yerdi. Hakkında epey kitap karıştırdığımız, fakat yalnız gitmeye cesaret edemediğimiz ender yerlerden biri idi.
Gördükten ve o ortamı yaşadıktan sonraki izlenimimiz ise buranın “çok ağır” bir yer olduğu idi. Aklımda kalan ve gözümün önünden hiç gitmeyen pek çok sahne beynime kazındı adeta… Burayı ziyaret etmeden Hindistan’ın gizemini anlamak zor.
Hindistan’ı sarmalayan din ve inanç burada son noktasında ve iyice somutlaşmış adeta. Ganj nehri bir derya… Ülkeye hayat veren sonsuz bir kaynak. Hayatı ve ölümü, bilimi ve batıl itikatları karşı karşıya getiriyor ve tuhaf bir şekilde dengede bırakıyor.
Neredeyse 3000 yıllık geçmişi olan bu şehirdeki Ganj hakkında Tanrıça Şiva tarafından Himalayalardaki kaynaktan düzlükler üzerine dökülüyor inancı mitolojik bir öykü halinde bugünlere bile ulaşıyor. Ve Hindular bu duygu yoğunluğunda Varanasi’nin dünyanın en eski şehri olduğuna inanıyor.
Otelden sabah saat 04.00’te çıkarak, belli bir yere kadar otobüsle, sonra yürüyerek Ganj nehrine inen taş merdivenlere ulaştık. Fakat o saatte bile daracık yollarda var olan kalabalık ve neyle karşılaşacağımızı bilmemek gruptaki herkesi tedirgin etti. Öyle ki etrafa bakmaktan çok bu mistik hava içerisinde birbirimizi kaybetmemek oldu amacımız.
Fotoğraf çekmek için bile durmadık ama fotoğraf karelerini hepimiz zihnimize kazımıştık bence… İngiltere’de bir kasabada gördüğüm herkes çok yaşlıydı, adeta emekliler kasabasıydı orası. Afrika’da ölümü bekleyen fillerin bir araya geldiği bir bölge olduğunu okumuştum.
Ama ölümü bekleyen yarı çıplak vücutlarına sardıkları turuncu giysilerle (sari) yollarda oturan insanların yan yana dizilip kısık sesle dua ettiklerini hiç görmemiştim. Tuhaf bir şekilde canını acıtıyor insanın.. Meditasyon yapan dilencilere “sanyasi” diyorlar. Bu kutsal şehirde, Ganj boyunca 200.000’den fazla hacı olduğu söylenir.
Güneşin doğuşunu onlarla izlemek sıkı bir deneyimdi. Bunların bir kısmı evlerini terk edip burada yaşıyor, bir kısmı dua etmek üzere geliyor buraya veya yıkanmak için. Yıkanmak derken, buranın temiz olmadığına asla inanmıyorlar.
Yüzyıllardan beri yakılması mümkün olmayan insanlar, kolera gibi hastalıkların bulunduğu bedenler bu nehre atılıyor. Tüm kanalizasyon atıkları, yakılan Hinduların külleri, endüstriyel atıklar yine buraya atılıyor.
Öte yandan sabah burada yıkanan yüzlerce insanı görüyorsunuz. Hatta gözlerime inanamadım, bu suyu kaşık kaşık içiyorlardı da! Varanasi gatlarında yaşayan insanları güçlü inançları koruyordur belki ama yine de bir kimyacı olarak biraz araştırınca öğrendim ki suyun kimyasal analizinde 0,05’lik kükürt içeriği, suda oluşan bakterileri öldürüyor. İnsanların büyük bir kısmı gastroentestinal hastalıkların sıkıntısını çekerler ama bağışıklık faktörünü de göz ardı etmemek lazım…
Rehberimizin önceden ayarladığı minik teknelerle birçok Hindu tapınağının, Müslüman minarelerinin, kubbelerin ve toprak renginin her tonunun kullanıldığı kısa Hindu evlerinin harikulade manzarası eşliğinde ilerleyerek nehrin orta yerine kadar geldik ve durduk… Sebebini anlamaya çalışırken merdivenlerin üzerinden çıkan siyah dumanın yanan bir Hindu’dan geldiğini anladığımızda içimiz yine bir tuhaf oldu.
Fotoğraf çekmenin ölü yakınına saygısızlık olarak düşünüldüğü bu törende ölünün tek yakını merasim boyunca çökerek ağlıyor… Bu seremonide beyaz kefene sarılı, ayakları çıplak naaş, dudaklarına birkaç damla Ganj suyu ile ıslatılıyor. 100 kg. odun, 5 lt. yağ, 10 kg. sandal ağacı kullanılıyor. Odunların üzerine yerleştirilen cesedin tamamen kül haline gelmesi 3 saat sürüyor. İnsanlar bu iş için sağlıklarında para biriktiriyorlar fakat tüm Hinduların yakılması inancı olmadığından parası olmayanlara sosyal kurumlar yardım ediyor.
Dhobi Gat’ta sabun ve şampuanlarla yıkanmanın dışında çamaşırlar da yıkanır, sahile rengârenk serilerek kurutulur. Dışarıda genç erkekler, “danda” diye bilinen dini bir kişisel disiplinin parçası olarak jimnastik yaparlar.
Varanasi’de geçirdiğimiz günün ardından gece ayinine katılmak için yine nehir kenarına geldik.
Basamaklarda oturmuş insanlar ateş ve alev eşliğinde müzikle yaptıkları dini jimnastikle izleyenlere müthiş etkileyici bir gösteri sunuyorlar. Ellerinde dilek mumları satan gençler bağış topladılar katılanlardan. Biz de mumlarımızı yakarak dileklerimizle beraber kutsal Ganj nehrine gönderdik. 3-4 saat süren bu ayin sonrasında tuhaf duygularla otelimize döndük. Yollar sabah olduğundan daha kalabalık, tozlu ve karmakarışıktı.
Ganj’ın hayat veren bir güç olduğunda ısrar eden, dini festivallerin çılgınlığı içerisinde kendinden geçen, ölümden, yakılmadan sonra sonsuz kurtuluşa erebileceklerine inanan insanların olduğu bu ülkeyi terk ederken hala ruhumda bir ağırlık vardı.
Bu geziyi sizlerle paylaşmadan önce ülke gündeminin biraz daha güzel günler görmesini ve Varanasi’nin ruhumda yarattığı ağır havanın geçmesini bekledim. Ama ne yazık, fark ettim ki daha güzel bir gündem beklersem çok uzun süre daha sizle iletişim kuramayabilirim.
Yine de umudumuzu hiç yitirmememiz dileğiyle…