BİR TAS ÜZÜM HOŞAFI, BİR MEKTUP VE ÇANAKKALE

 

Birinci Dünya Savaşında (1914 – 1918) Kafkas, Çanakkale, Yemen, Irak-İran, Basra-Bağdat, Galiçya, Kanal (Mısır) gibi cephelerde çarpışan Osmanlı ordusunun yenilgi almadığı tek muharebe sahası Çanakkale (Gelibolu) oldu.

Diğer tüm cephelerde ağır şekilde mağlup olan Osmanlı, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesini imzaladı ve yenilgiyi kabullendi. Osmanlı’nın imzasıyla “Çanakkale geçilmez” düsturu çiğnendi. İngiliz donanması, üç yıl savaşarak geçemediği Çanakkale Boğazı’ndan, 13 Kasım 1918’de galip kuvvet olarak geçti ve İstanbul’u işgal etti. 250 bin şehidimiz ve müttefikler adına savaşıp ölen 250 bin Yeni Zelandalı, Avustralyalı, daha 1918’de artık bir anı oldu…

Muharebeye ilişkin çeşitli anılar var. Belki aralarında en çarpıcı olanı, 1917 senesine ait bir yemek listesi. Ülkedeki yokluğun, devletteki çöküşün bir özeti adeta…

 

 

Sonuçta 250 bin can pahasına cephede kazanılıp masada kaybedilen Çanakkale Savaşı ne işe yaramıştır?

Osmanlı iktidarı ve padişah ile halk arasındaki ilk büyük kopmanın Çanakkale ile olduğunu söylemek, yanlış olmaz.

Halk bu zaferi sahiplenir, onunla umutlanırken, İstanbul Hükümeti ve padişah Vahdettin’in teslimiyeti ve yabancı himayesine girme konusundaki tasasızlığı Osmanlı tebaasından Türk milletine dönüşümün de işaret fişeğini ateşlemiştir. Osmanlı padişahının imza koyduğu başka antlaşmalar sonucunda Müttefikler (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan) bu defa Anadolu topraklarında işgallere girişince, Türk direnişi şiddetlenmiş ve Milli Mücadele başlamıştır.

Mustafa Kemal’in, sömürgeci İngiliz iktidarının emriyle sürüklendiği Çanakkale’de yaşamını yitiren ANZAC (Australian and New Zealand Army Corps / Avustralya ve Yeni Zelanda Askeri Birlikleri) askerleri anısına kaleme aldığı 1934 tarihli şu mektup, bugün, 21. yüzyılda özlenen bir olgunluğu temsil ediyor:

 

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.

 

 

Üzerinden 100 yıl geçmiş bir zamanı, o zamanda yaşananları, devrin şartlarını anlamak kolay değil. Sinema tam da böyle durumlarda işe yarıyor, zihnimizde canlandıramadığımız 1915’i gözlerimizin önüne getiriyor:

 

Kapak görseli

Author: Beril Cansever Devlet

[yazar] [ara sıra çevirmen] [çeyrek asırdır eğitimci]

Share This Post On

Submit a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This