KRAL OLMADIĞI ÜLKEDE YAŞAYAMAYANLAR

Ukala insanlardan bıktık, değil mi?

Ne yana baksak kibirle şişmiş, kendini övmekten ağzı burnu çarpılmış birini görüyoruz.
Her şeyi onlar bilir.

Her yaptıkları doğrudur.

İzin istemezler.

Özür dilemezler.

Sıra beklemezler.

Her şey onlarındır, her şey onlar içindir.

Ülkenin kralı, dünyanın merkezi, hayatın can damarı (!) onlardır.
Öyle haklıdırlar ki, adeta haklı doğmuşlardır bu dünyaya. Kral olmadıkları ülkede yaşayamayacakları için, haklı olarak (!) kendilerini yaşadıkları yerin kralı ilan eder, paşa gönülleri neyi çekerse onu talep ederler.

 

Ne yana baksak kibirle şişmiş, kendini övmekten ağzı burnu çarpılmış birini görüyoruz.
Her şeyi onlar bilir.

Her yaptıkları doğrudur.

İzin istemezler.

Özür dilemezler.

Sıra beklemezler.

Her şey onlarındır, her şey onlar içindir.

Ülkenin kralı, dünyanın merkezi, hayatın can damarı (!) onlardır.
Öyle haklıdırlar ki, adeta haklı doğmuşlardır bu dünyaya. Kral olmadıkları ülkede yaşayamayacakları için, haklı olarak (!) kendilerini yaşadıkları yerin kralı ilan eder, paşa gönülleri neyi çekerse onu talep ederler.

 

Masum bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadıkça aydınlığa çıkmayız elbette. Peki ya masum bir bebekten megalomanlar yaratan çarpıklığımız? Onu sorgulamayacak mıyız? Burada masum bebekleri katile evirenleri tartışmak, üstesinden gelinecek gibi değil. Ancak kibirden sapıtanları ele alabiliriz.

Eğitimciler olarak elimize gelen masum çocukların ileride kibirli ve kural tanımaz kişilere dönüşmesini elbette istemeyiz. Anne babalar, aileler de muhakkak istemez. Kimse “benim çocuğum madrabazın önde gideni olsun” diye hayal kurmuyordur.

O halde nereden çıktı bu hata tutmaz teflon yüzlerle kaplı mahlûklar?

Pek öyle az da değiller. Her gün onlarcası, bir köşeden giriyor hayatımıza…

Kendini her durumda haklı gören / gösteren, zapturapta gelmez, birlikte yaşadığı ya da çalıştığı kişileri çiğneyip geçen, hak – hukuk tanımayan, içi kof dışı cilalı birini hayatımızda istemiyorsak, çocuğumuza ya da küçük yaştaki öğrencimize şunları yapmamalıyız:

Anne – baba olarak aramızdan biri bir hanedana mensup değilse arabanın camına “içeride prens / prenses var” etiketi yapıştırmamalıyız. Çocuğumuzu prensim / prensesim diye sevmemeliyiz. Sevgimizi anlatmaya çalışırken çocuğun öz benlik algısını çarpıtabiliriz. Altı yaşına kadar kendini ciddi ciddi ayrıcalıklı biri sanarak büyüyen çocuğun okuldaki hayatı kolaylaşmayacaktır.

Çocuk kazara takılıp düştüğünde, bir yerini çarptığında masayı / sandalyeyi / halıyı dövmemeliyiz. Dikkatsizliği alışkanlık haline getirmesini istemiyorsak acısı dinene kadar sevip sarılmalı, sonra kendisine hatasını anlatmalıyız.

Ailece oturulan sofrada çocuğa özel yemek olmamalıdır. Herkes ne yiyorsa çocuk da onu yemelidir. 5 yaşındayken özel menü talep eden biri büyüdüğünde bunu hak olarak görecek, olur olmaz yerde ayrıcalık istemeyi doğal addetmeye başlayacaktır.

Çocuğun kendini bize duyurmak, ilgimizi çekmek için defalarca seslenmesine fırsat vermemeliyiz. Çocuk, biz başka bir şeyle meşgulken sırasını beklemeyi öğrenmelidir. Küçük bir el ya da baş hareketiyle susturulması ve kısa süre içinde istediği ilgiye kavuşturulması gerekir. Ardarda anne, anne / öğretmenim, öğretmenim diyerek dikkatimizi kendine çevirmeye alışmamalıdır.

Bu davranış yerleşirse ısrarcı ve başkalarına saygısı olmayan bir bireye dönüşmesi zor olmayacaktır. Yani hani bankada, postanede falan kuyrukta beklerken “bir şey soracağım” numarasıyla en öne girip sinsice işini yaptıran uyanık tip var ya, işte o da çocukken 10 defa 20 defa anne, anne diyordu, emin olun.

 

Yaptığı her resme “benim yavrum Picasso olacak” veya çektiği her şuta “Messi bu Messi” gibi aşırı övgülerle yaklaşmayın. Söylediği her şakıya “aman ne güzel sesi var” iltifatını yetiştirmeyin.

Gerçek bir başarı göstermeden ödüllendirmeyin. Örnekse notları zayıf bir çocuğa karne hediyesi almayın ya da arkadaşlarıyla kavga ettiği gün en sevdiği yemeği yapmayın. Hediyeyi ve diğer jestlerinizi başka bir güne saklayın, başka vesilelerle verin.

Çocuğun kıyafetlerini kendisinin seçmesi iyi hoş ama inatla “mavi gömleğimi giyeceğim” diye tutturması hayra alamet değil, bilesiniz. Çocuğu gerçek hayata hazırladığımızı daima aklımızda tutalım. Danışma, fikir sorma, oylama yapma, kararlarında esnek olabilme gibi vasıflar, hayatta daha çok işine yarayacaktır. Dediğim dedik birinin kaprisini iş dünyasına pek çekmeyeceklerini gayet iyi biliyorsunuz.

Çocuklar doğal olarak meraklıdır. Çok soru sorarlar. Kimi zaman da bu sorular “çalışmadığımız” yerden gelir. Çocuk bize gerçekçi ve bilimsel bir açıklama getiremeyeceğimiz bir soru sorarsa yapacağımız en iyi şey “bilmiyorum, gel birlikte öğrenelim” demek olacaktır. Kafadan atmamalıyız. Baştan savma bir şeyler söylememeliyiz. Küçük yaştaki çocuklar, Biri Bizi Gözetliyor evindeki kameralar gibidir. Her şeyi kaydederler ve en ummadığımız anda karşımıza çıkarırlar.

Çocuğunuz yenilgiye yabancı yetişmesin. Hayatta birçok defa başarısız olacak. İlk yenilgisini ne kadar erken yaşta alırsa o kadar iyi. Yanlışa yanlış, hataya hata demelisiniz. Aksi takdirde çocuğu kendini tepesine oturttuğu bir hayal dünyasına atıp, gerçekler karşısında güçsüz kalmasına yol açabilirsiniz.

Özetle, çocuğa kendinizi sevdirmek için fazladan bir şey yapmanıza gerek yoktur. Her çocuk annesini, babasını, aile büyüklerini, öğretmenini sever. 5 yaş altında bunlardan herhangi birine belirgin bir sevgisizlik gösteren çocuk yok denecek kadar azdır. Çocuğa yaranmaya çalışmak, onun gözünde en favori yetişkin olmaya çabalamak, bizi hataya götürür.

Çevrenizde kibirden şişmiş egolar görmek istemiyorsanız, masum bir bebeğin küstah bir megalomana dönüşmesine yol açan karanlığa yol döşemeyiniz.

 

 

 

Bu yazı daha önce VivaHiba ‘da yayımlanmıştır.

 

Author: Beril Cansever Devlet

[yazar] [ara sıra çevirmen] [çeyrek asırdır eğitimci]

Share This Post On

Submit a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This