MİLLİ EĞİTİM ŞÛRASI HAVANDA SU DÖVDÜ

3 – 6 Aralık 2014 tarihlerinde Antalya’da düzenlenen 19. Milli Eğitim Şûrası bugün sona erdi. Ardında manşet vampirlerinin ağzını sulandıran birkaç “bomba” haber başlığı bırakarak unutulup gidecek.

Oysa ülkemizde eğitimin son derece GERÇEK sorunları var. Bu sorunlar da pek öyle Maarif-i Milliye Şû’ray-ı İştigal-i A’besiye[i] falan toplamakla çözülecek türden değil.

Ne gibi kararlar çıktığını herhangi kaynaktan bulabilirsiniz. Ben asıl bu havanda su dövme işi üzerinde durmak istiyorum. Zira şûrada eğitimcinin, öğrencinin, ülke kalkınmasının ve geleceğimizin yararına işler yapıldığını söylemek zor.

 

 

Dört günlük sözümona eğitim zirvesinde neler yoktu?

1. Şûra kararlarının uygulanıp uygulanmayacağı tamamen Milli Eğitim Bakanlığının keyfine kalmış. Yüzlerce eğitim profesyoneli, günlerce vakit harcayıp eğitim meseleleri üzerine kafa yoruyor, dil döküyorlar. Ancak sözlerinin bir kıymeti yok. Zira uygulamaya etki güçleri bulunmuyor. Son sözü “büyük patron” söylüyor. Bu gibi toplantılar da sektörün / camianın “gazını almak” ve “nabız yoklamak”tan öteye gidemiyor.

2. Bu kadar etkisiz ve yetkisiz bir kurulda bile, ne ilginçtir ki öğrencilere yer verilmiyor. Yaratılan bu göz boyamacı demokrasi ikliminde bile öğrenci temsilcileri bulunmuyor. Oysa eğitim dünyasının bir yarısı da öğrenciler ama anlaşılan Milli Eğitim çevreleri, öğrencilerin sesini duymak istemiyor. Ya onları hakir görüyor, çoluk çocuk ne bilecek diyorlaar ya da söyleyeceklerinden endişe duyuyorlar.

3. İşi yapanla işi yöneten hala aynı kişiler değil. Umay Aktaş Salman El Cezire’deki haberinde çok isabetli bir tespitte bulunulmuş. Aynen aktarıyorum: Öğretmenlerin % 55’inin kadın olduğu Türkiye’de, kadın okul yöneticilerinin oranı sadece % 11. Toplam 81 il milli eğitim müdürü içinde sadece 1 kadın var. Nasıl ki eğitimin karar alma süreçlerinde öğrenciye söz hakkı verilmiyorsa, öğretmenlere de söz hakkı verilmiyor demektir. Yönetici koltuklarındaki erkek işgali bunun delili.

4. Şûranın açılışında konuşan Cumhurbaşkanı “öğrencilerin özgüvenini artırmak gerekir” dedi. Haklı. Ancak nasıl artırılacak öğrencinin özgüveni? PISA testlerinde daima son 10’luda yer alan Türk öğrencisinin kendine güven duygusunu artırmak için mi ortaöğretimde türban serbestliği (!) getirildi? 9 yaşındaki kız çocuklarına kadın muamelesi yapmak, cinselliği kafalarına sokmak mı özgüveni geliştirecek? Üstelik bu konuda “çocuğa türban çocuk pornosuyla eşdeğerdir” şeklinde görüşler varken…

5. İlkokul 3. Sınıfa kadar inen İngilizce eğitiminin sonuçları ortada. Milletçe “çat – pat” seviyesinin ötesine geçemedik. Sıkıştığımızda van minüt demekten ileri gidemiyor, meramımızı sözümona öğrendiğimiz bu dille anlatamıyoruz. Bu gerçek önümüzde duvar gibi dikilirken kalkıp bir de Osmanlıca dersini zorunlu kılmayı tartışmanın anlamı ne? Açıkça söyleyeyim. Ben üniversitede Tarih okudum. Üstelik fakülteye birincilikle girmiştim. Yani kapasite kıtlığı çektiğim söylenemez. Sonuç? Kitap harfi dışında hiçbir metni hatasız ve rahatça okuyamıyorum. Bir tek ben mi? Bize 4 yıl Osmanlıca dersleri verildi. Tüm eğitim ve fen – edebiyat fakültelerinde okuyan Tarih ve Türk Dili öğrencilerine verilir. Sonuç? Mezun olduktan sonra özel çaba sarf etmeyen, özel ders almayan hiçbir Tarihçi ve Dilci akıcı şekilde Osmanlıca okuyamıyor, okusa bile yazamıyor. Hal böyleyken liseli çocuklardan istenen nedir?

6. Milli eğitimin sorunlarının etraflıca ele alınması beklenen böyle kapsamlı bir toplantıda nedense kimse okula devam sorununu gündeme getirmedi. Daha önceki bir yazımda “Nerede bu çocuklar” demiştim. Okul öncesi dahil, 18 milyon öğrenciden 1 milyon 800 bini bir üst okula kaydını yaptırmamış. Bu rakamlar geçtiğimiz Haziran ayına ait. Yani Milli Eğitim Şûrası toplandığında bir önceki yıl okula devam eden yaklaşık 2 milyon öğrenci okul dışında. Ayrıca son düzenlemeyle 4. sınıftan sonra dileyen aile çocuğunu okuldan alıp açık öğretime yazdırabiliyor. Bu da önemli miktarda öğrenciyi okul dışına itiyor. Milli eğitimin temel sorunlarından biri okula devam değilse nedir?

7. Şûrada ele alınmayan bir başka mesele müfredat konusu. Lise ders programları incelendiğinde, neredeyse tüm liselerde aynı derslerin zorunlu kapsamında okutulduğu anlaşılıyor. Böyle tek tip bir müfredat ile nasıl olup da liselerin meslek lisesi, fen lisesi, imam hatip lisesi, anadolu lisesi, sosyal bilimler lisesi, vb. türlere ayrıldığı neden incelenmiyor? Tüm lise türlerinde aşağı yukarı aynı dersler okutulacaksa neden genel liseler kapatıldı? Üstelik temel bilim derslerinin (tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya, biyoloji) sadece 2 yıl okutulması, bunun genel başarıyı düşürmesi, iki yıllık bilim eğitiminin dünya ölçeğinde rekabet için ciddi şekilde yetersiz olduğu üzerinde de hiç durulmadı.

8. Gündeme alınmayan bir diğer konu sınıf mevcutları. Yard. Doç. Dr. Çağdaş Şirin’in yazısında gayet haklı olarak işaret ettiği mesele, Türkiye’deki sınıf mevcutlarının OECD ortalamasının çok üstünde olması. Dünyada bir sınıfta ortalama 17 öğrenci okurken bizde bu rakam 46’ya kadar çıkıyor. İstanbul gibi ülke nüfusuna yaklaşan 18 milyonluk bir metropolde ilköğretimde her dersliğe ortalama 39 öğrenci tıkıştırılmış durumda.

9. Şûrada üzerinde durulmayan en ciddi eğitim sorunlarından biri öğretmenlerin özlük hakları. Öğrencileri PISA testlerinde başarılı olan ülkelerde aylık öğretmen maaşları 5 – 7 bin TL mertebesinde. Bizde ise öğretmene hala mümkün olan en düşük ücretler ödeniyor. Eğitimin karar mekanizmaları gerçekten eğitimin kalitesini, öğretmenin niteliğini artırılmak istiyorlarsa acilen ve çok radikal şekilde ücret politikalarını gözden geçirmeliler.

10. Son ve en önemli mesele ise çocuk yaşta evlilik. Ülkemizde evli her 3 kadından biri çocuk yaşta, yani 18 yaşın altında. Tabii 9 yaşındaki kız çocuklarını “kadın” sayıp âdet görmüşse başını örtsün fikriyatındaki bir kitleye eğitimin direksiyonu verilince uluslararası sözleşmelerle güvence altına alındığını sandığımız çocuk hakları da kağıt üzerinde kalıyor. Ne acıdır ki dilendirilen çocuklar için, evlendirilen çocuklar için, sömürülen, çalıştırılan, şiddette maruz kalan çocuklar için etkili, çağdaş ve kalıcı bir destek verilmiyor. Zararlı madde kullanıcısı haline gelmiş çocuklara da afişler üzerinden ve pek tepeden bir “hııı, yapmayın bakayım!” demenin ötesine geçilmiyor.

Özetle, Milli Eğitim Şûrası, eğitimin ciddi ve acil müdahale gerektiren sorunlarını görmezden gelip sansasyonel bir takım konular üzerinde buz dansı yapıldıktan sonra, dağılmış bulunuyor. Bunca abesle iştigalden sonra çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız, bilemiyorum…

 

[i] Milli Eğitim Abesle İştigal (Saçmalıkla Uğraşma) Şûrası

Author: Beril Cansever Devlet

[yazar] [ara sıra çevirmen] [çeyrek asırdır eğitimci]

Share This Post On

Submit a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This