ÖĞRETMENLİKTE KAHRAMANLIK MI, PROFESYONELLİK Mİ?

 

Baştan söyleyeyim, yazı kısaltamayacağım kadar uzun. Bu sebeple yeterli zaman bulduğunuzda okumanızda yarar var.

4 yıl kadar önceydi.

Teneffüs zamanı hizmetli arkadaşım telaşla sınıfıma girip “Müfettişler gelmiş; sizin zümrenizi müdür yardımcısı odasında toplantıya çağırıyorlar. Müdür Bey acele etmenizi söyledi, hocam.” dediğinde beni nelerin beklediği içime doğarcasına çağrıldığım yere gittim.

Müfettişler bu tip rehberlik toplantılarında bir sorunumuzun olup olmadığını sorduktan sonra kısa nasihatler verip, toplantıyı bitirirlerdi. Bu kez de öyle olacak derken, toplantının bir yerinde lafın fazlaca hareketli ve sürekli sorun çıkaran davranışlar içindeki bir öğrencinin nasıl ıslah edileceğine gelmesi üzerine, içlerinden biri heyecanla atılıp bir anısının bizlere rehberlik edeceğini, bu yüzden dikkatle dinlememiz gerektiğini ifade edip anlatmaya başladı:

Zamanında baş edilemeyecek kadar hareketli ve “yaramaz” bir öğrenci için ondan yardım istendiğinde, çok farklı önerilerle karşılaştığını, öğrencinin çocuk psikiyatri kliniğinden ilaç tedavisi ile ayrıldığını, ancak kendisinin bu tedaviye karşı çıkarak tamamen eğitimsel tedbirlerle bu sorunun üstesinden gelmek için çok çalıştığını ve sonunda çocuğu terbiye etmeyi başardığını anlattı.

Ardından Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) vakalarında ilaç kullanımının çok riskli ve yan etkilerinin olduğunu, çocukların asla kullanmamaları gerektiğini, bu ilaçların çoğu zaman çocukları uyuşturduğunu, ilaç kullanılmadan da çocukların ıslah edilebileceğini kendisinin de ispat ettiğini büyük bir gururla ifade ederek, asla ilaç kullanılmaması gerektiğini bizlere öğütledi.

Acaba gerçekten böyle miydi?

Hem eşimin rehber öğretmen olması sayesinde tanıştığım DEHB’nin salt eğitimsel tedbirlerle aşılamayacağını önceden öğrenme şansına sahip olduğumdan, hem de öğretmen kökenli ailemden bizim meslekte böyle “Süpermen”liklere yer olmadığını idrak ettiğimden, benzer kahramanlık hikâyelerine hep kuşkuyla yaklaşmayı tercih etmişimdir.

Bu yüzden konu hakkında daha fazla bilgi edinmek ve kuşkularımın karşılığını almak için araştırmaya koyuldum. Teknolojinin cömert davranması sayesinde gerçek (bilimsel) bilgilere kolaylıkla ulaşabildim.

 

İlk olarak her öğretmen tarafından mutlaka izlenmesi gereken, Prof. Dr. Ziya Selçuk’un Vitamin Öğretmen’deki canlı eğitim videosu, daha sonra Prof. Dr. Yankı Yazgan’ın videosu karşıma çıktı.

 

 

Biraz daha araştırdıkça DEHB için herkes açısından yol gösterici olan bir program kaydı (Ne Oluyor?) karşıma çıktı. Özellikle teşhisi oldukça geç almış konukların düşüncelerini, zamanınız varsa lütfen izleyiniz.

Yazıyı yazdığım bugünlerde karşılaştığım ve DEHB hakkındaki güncel bilgileri içeren Dr. İbrahim Bilgen’in ait başka bir videosu da ayrıca izlenmeye değer.

 

Bu videoları izleyemeyecek olanlar için şu kısa bilgileri vermekte yarar var:

DEHB (ya da İngilizce kısaltmasıyla ADHD) temel olarak beynin planlama, odaklanma ve kontrol becerilerini yöneten ön bölgesinde “Dopamin” ve “Noradrenalin” hormonlarının salgılanmasında düşüklükten kaynaklanan bir nörolojik/biyolojik bozukluk (disorder) durumu.

Tıpkı diğer nörolojik/biyolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi bireyin kendisi tarafından kontrol edilemeyen, ilaç vb. dış destekle yönetilebilecek bir rahatsızlıktır. Diğer tüm nörolojik/biyolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi ilaç tedavisi (tek başına yeterli olmasa da) kaçınılmaz.

Başka bir ifadeyle, yukarıda bahsettiğim cevval müfettişimizin söylediği gibi salt eğitimsel tedbirlerle bu sorunun aşılması, bilimin bu gün ulaştığı pencereden bakıldığında mümkün değil. Bu yüzden öğretmen ve aile tarafından uygulanacak eğitimsel tedbirler de en az ilaç tedavisi kadar önemli.

 

Gelelim nedenlerine:

Nedeni tam olarak bilinmese de, Prof. Dr. Ziya Selçuk’un yukarıda linkini verdiğim videosundan derlediğim bilgileri paylaşmakta yarar var:

  • Hamilelikte sigara ve alkol kullanımının ve prematüre doğumun % 20 civarında etkili olmaktadır.
  • Avrupa Yiyecek ve Güvenlik Otoritesi (EFSA) yiyeceklerdeki koruyucu, renklendirici, tatlandırıcı katkı maddelerinin anlamlı düzeyde Hiperaktivite üzerinde etkili olduğunu saptamıştır.
  • DEHB vakalarında beynin temel gıdası olan glikoz etkili bir biçimde metabolize olamamaktadır.
  • DEHB Çok TV seyretmekten, çok şeker yemekten, yiyecek alerjilerinden, yanlış anne baba ve öğretmen davranışlarından kaynaklanmaz. Ancak dikkat! Yanlış anne baba ve öğretmen davranışları, var olan DEHB’nin daha da derinleşmesine sebep olabilir.

 

Hâl böyleyken DEHB’nin ilaçla tedavisine ilişkin bilimsel bilgilerden bu denli kopuk bu olumsuz bakış açısı, nasıl oluyor da toplumumuzda yaygınlaşabiliyor?

Bana göre bu sorunun cevabı, açıklamakta zorlandığımız her durumu, komplo teorileri ile açıklama kolaycılığımızdan kaynaklanıyor.

Özellikle benzer bir sorunu yaşayan ya da yaşandığına şahit olan tanıdıklarımızın bizler için söyledikleri ya da verdikleri öneriler, bir bilim insanının verdiği önerilerden çok daha kıymetli olabiliyor. Bu sebeple bilim ne söylerse söylesin, kulaktan dolma temelsiz kaygılar öğretmenlerin (ve maalesef ailelerin) DEHB’ye ilişkin bakış açılarını şekillendirebiliyor.

 

Peki, bu kaygılar ve bilimsel karşılıkları neler? Benim karşılaştığım birkaç tanesini sizlerle paylaşayım:

  1. “Bu ilaçlar çocukları ilerde kısır yapıyor.”

Bu iddia yanlış olmaktan öte kuyruklu bir yalan! Çünkü metilfenidat etken maddeli bu ilaçların kullanılmaya başlandığı 1960’lardan bugüne kadar kısırlığa sebep olduğuna ilişkin tek bir bulgu yok. Yanlış okumadınız, tek bir bulgu dahi yok. Ama korkusu var ve insanları yönlendirmeye yetiyor. (Bilinçsiz bir yetişkinin bu temelsiz iddiayı henüz 10 yaşındaki bir öğrencinin yanında açıkça ifade edip, onu “Ben bu ilaçları kullanmak istemiyorum, çünkü bu ilaçlar erkekliğimi elimden alacakmış.” gibi tarifi ve yönetmesi olanak sınırlarını zorlayan bir kaygıya sevk ettiğine ibretle şahit oldum.)

 

  1. “Bu ilaçlar çocuklarda bağımlılık yapıyor.”

Bu iddia da herhangi bir bulguya dayanmayan, temelsiz bir uydurmadan ibaret.

 

  1. “Bu ilaçlar çocukları uyuşturuyor.”

Bu durumun muhtemel sebebi, ilacın dozunun ayarlanamaması ve çocuğa ihtiyaç duyduğundan yüksek dozda ilaç verilmesi. Eğer bir çocuk DEHB tanısı aldıysa, ilaç dozunun özellikle öğretmen ve hekim işbirliği ile kontrol edilerek ayarlanması son derece önemli. Çünkü DEHB özellikle sosyal ortam içerisinde kendini gösteren bir durum. DEHB gerçeği ile günümüzde çocukların sürekli olarak bulundukları tek sosyal ortam olan okul içerisinde en yoğun şekilde karşılaşılması da bu yüzden. Bu nedenle okul ortamı içerisinde çocuğu sürekli olarak gözlemleme şansına sahip tek kişi olan öğretmenin gözlemleri, DEHB tedavisinin amacına ulaşması bakımından yaşamsal öneme sahip. Bu işbirliği yapılmadığında, yukarıda ifade edilen olumsuzluklarla karşılaşılması acıklı ve kuvvetli bir ihtimal.

 

  1. “Bu ilaçlar hiçbir işe yaramıyor. Çocuk yine aynı yaramaz çocuk!”

Bu durum da 2. maddede belirttiğimiz durumdan kaynaklanıyor. Muhtemelen çocuğa ihtiyaç duyduğundan daha düşük dozda ilaç verilmesi nedeniyle beklenen etki görülmemiştir. (Yarım dozun hiç etkili olmadığı, tam dozun da çocuğu uyuttuğu, dörtte üç dozun ise gereken etkiyi gösterdiği vakalara bile şahit oldum.) Diğer taraftan 11 yaşındaki bir öğrencinin ilaç tedavisine ilişkin şu sözünü hatırlamakta yarar var: “İlaçlar benim ödev yapmamı sağlamıyor. Ancak ödev yapmaya karar verirsem, ödevime odaklanmama yardımcı oluyor.” [1]

 

  1. “DEHB denilen şey koca bir uydurma. Doktorlar dâhil herkes ilaç firmalarına hizmet ediyor.”

Buna benzer eleştirileri yeni karşılaştığımız hemen her konuda işitmemiz mümkün. O nedenle bu tip iddialar bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor. Dedim ya, gerçeği araştırmak yerine her şeyi güvendiğimiz kişilerden duyduğumuz komplo teorileri ile açıklama kolaycılığı adeta ruhumuza işlemiş. (Bu işte de bir İsrail parmağı bulunursa artık şaşırmayacağım.) Şaka bir yana, yukarıda da ifade ettiğim gibi DEHB bir nörolojik/biyolojik bozukluktur.

DEHB’nin ilaçla tedavisine ilişkin benim karşılaştığım temel eleştiriler ve karşılıkları bunlar.

Durum bu iken, biz öğretmenler ilaç tedavisine karşı çıkıp, kendimizi bir kahramanlığa sürükleyerek neden kaldıramayacağımız bir yükün altında ezelim?

Neden yan etki kaygılarıyla ilaç tedavisi engellenen çocukların, bir biçimde yaramazlıkla etiketlenerek kritik dönemlerinde yaşamaları gereken kritik duygulardan(özgüven, başarı) mahrum kalarak büyümelerine seyirci olalım?

Soruları artırmak mümkün olsa da son bir soruyla yazımı bitirmek istiyorum:

Öğretmenler olarak seçim bizim. Maçın son anlarında oyuna girdikten sonra yenilen takımını kurtarmak için bireysel oynayıp, 30 metreden üçlük atmaya çalışan bir “Kahraman” mı; yoksa karşılaştığı sorunları bilgi ve beceri donanımını artırıp, ekip çalışması ve işbirliği içerisinde yöneten bir “Profesyonel” mi olmak istiyoruz?

 

[1] Yazının daha fazla uzamasını istemediğimden, Ziya hocanın http://www.vitaminogretmen.com/dokumanlar/101 adresindeki sunumundan, DEHB’nin ne tip eğitimsel tedbirlerle desteklenmesi gerektiğine ilişkin bilgilerin okunmasında, biz öğretmenler için büyük yarar var.

Author: Mustafa Göktaş

Share This Post On

1 Comment

  1. Son derece bilgilendirici ve yönlendirici bir yazı.

    Ben de kendi deneyimimi aktararak ufak bir katkıda bulunmak isterim.

    Sekiz yaşında, aynı dertten muzdarip bir erkek öğrencim ile sorunu aşmaya ona, onu anladığımı hissettirerek başladık. Eleştirmemek, kızmamak, anlayışla ve arkadaşı gibi yaklaşmak çok önemli. Eğer bir de sevgi bağı oluşturabilirseniz iş daha da kolaylaşıyor. O tip bir çocuğun her şeyden önce, güveneceği birine ihtiyacı var. O güveni sağladığınızda ve onun arkasında olduğunuzu hissettirdiğinizde bir yol açmış oluyorsunuz. Aslında biz yetişkinlerin bile en büyük ihtiyacı güven ve anlayış değil mi zaten…

    Bu çocukları yapmak istemediklerine zorlamak ya da yapmak istediklerini engellemek, en azından ilk etapta çok sakıncalı. Bu konulara özen göstererek güvenleri sağlandığında yönlendirmek daha kolay oluyor.

    Esasen onlarda bir sorun yok. Sadece farklılar, sıradışılar. Belki çok zeki, çok duyarlılar. Belki bambaşka bir âlemde yaşıyorlar. Biz buralara, bizlere uyum sağlayamadıklarını düşünüp onları birtakım rahatsızlıklarla etiketliyorken, onlar da diğerlerinin, dış dünyanın, yani biz ‘normal’lerin tuhaflıklarına akıl erdirmeye çalışıyorlardır.. Kim bilir..

    Esenlikler

    Post a Reply

İpek Akyel için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This