TARİHTE TÜRK – RUS İLİŞKİLERİ (2)

Türk – Rus ilişkileri 9. yüzyılda başlar.

Kiev Rusya’sı ile Bulgar, Suar, Peçenek, Tork, Hazar, Kıpçak gibi değişik adlardaki Türki kavimler arasında ticari, sosyal ve siyasi ilişkilerin olduğunu biliyoruz. Hatta 839 tarihi bir letopist’te (rahiplerin tuttuğu kayıtlar) “Kağan” tabirine rastlıyoruz. Knez (bey) Vladimir Mohamah’ın babasının Kıpçak dilini bildiğine dair bilgiler mevcut.

Sovyet döneminde, hatta Sovyetlerin yıkılması üzerinden otuz yıl geçmiş olmasına rağmen Türki kökenli Tatar veya başka milletlerden tarihçiler bu gerçeği yansıtan eserleri yazamadılar ya da yazmamayı seçtiler.

Ancak Tatar asıllı Türk tarihçisi Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Türkiye’de başta Peçenek Tarihi daha sonra 4 ile 18 yüzyıllarda Karadeniz’in kuzeyindeki Türk kavim ve devletleri adlı dev eseri ile bu dönemin gerçeklerini bilim dünyasına takdim. Onun Rusya Türkiye ilişkileri ile ilgili diğer eserlerini daha ileride zikredeceğiz.

13. yüzyılda Doğu Slavları Türk-Moğol imparatorluğu Altın Orda’nın hakimiyeti altına girdiler. Bu hakimiyet 250 yıl kadar sürdü. Altın Orda hanları değişik Rus knezliklerini (beylerini) iç işlerinde serbest bıraktılar, onlardan vergi almakla yetindiler. Tıpkı Osmanlılar gibi. Aynı şekilde din işlerine karışmadılar, hatta büyük serbestlik getirdiler. Bu sayede Ortodoks ruhani sınıf hem güçlendi hem de halk arasında etkili oldu. İşte bu dönemi Rus tarihçileri “Tatarskaya igo/Tatar zulmü” dönemi diye adlandırıyorlar.

Altın Orda’nın dağılma döneminde ortaya çıkan Kazan, Kasım, Kırım, Astırahan ve Sibir hanlıkları 1552 yılında başlayarak birbiri ardına Moskova Knezliğinin hakimiyeti altına girdi. Fakat Rusya’daki hiçbir azınlık tarihlerinin bundan sonraki dönemine “Rus zulmü” dönemi diye adlandıramıyor.

Haziran 1475’te Kırım’ın sahil boyundaki Kefe kalesi Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı, burada hapiste bulunan Mengli Giray özgürlüğüne kavuşturuldu ve Kırım Hanlığı tahtına geçirildi. O da kurtarıcısı Osmanlı’nın hakimiyetini tanıdı. Kırım hanları Dersaadet tarafından seçilmeye başladı. Böylece 18. yüzyıla yılına kadar Kırım Tatarları tabiri caizse Rus boyunduruğu altına girmekten kurtulmuş oldu. 

Ancak Kırım 1783’te Rusların eline geçince tarihi bir facia yaşandı: Yüzbinlerce Kırım Tatarı ve Nogay ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. 1 milyon 800 bin Kırımlı yıllar içinde mal ve mülklerini terk ederek çok sefil bir şekilde Osmanlı topraklarına sığındılar. Gemilerle İstanbul’a geldiklerinde aylarca karantinaya alındılar. Sahile pejmürde halde çıktıklarından olsa gerek “pis Tatar” tabiri halk arasında yaygın hale geldi.

Ruslar için Türk Dünyasında artık tek rakip Osmanlılar kalmıştı. Ruslar, Hanlıkları ve ardından Kuzey Kafkasya’yı ele geçirerek Osmanlı Devleti sınırlarına yaklaşmışlardı. Böylece Türkistan’dan payitaht İstanbul’a gelen tüccarların ve hacıların yolu kısmen kapanmış oldu. O dönemlerde hacca İstanbul üzerinden gidilirdi. Osmanlı padişahları Rusların bu yayılma politikasından geç de olsa endişelenmeye başladılar. Osmanlı daha ziyade Avrupa ile ilgilenmiş, Rusya’nın büyümesini dikkate almamış idi.

Kazan, ardından Astırahan hanlıkları birbiri ardından düştükten 14 yıl sonra Osmanlı yönetimi 1569 yılında bu iki hanlığa yardım, ticaret yolunu açmak ve Rus ilerlemesini durdurmak üzere Astırahan seferi başlattı.

Sadrazam Sokullu Mehmed Paşanın projesine göre Don ile İdil (Volga) nehirleri arasında bir kanal açılacaktı. Böylece Azak Denizinden Hazar Denizine savaş gemileri sevk etmenin yolu açılacaktı. Projenin zamanına göre gerçekleşmesi imkansızdı. Bu kanal ancak Sovyetler Birliği döneminde modern inşaat teknolojileri ile gerçekleştirilebildi. Ayrıca Osmanlı askeri Ruslarla ilk karşılaşmasında yenildi. Bu konuyu yine Prof. Kurat Türkiye ve İdil eserinde teferruatlı bir şekilde incelemiştir.

Bu başarısızlığın nedenini yeterli teknolojiye sahip olmamak, bölgeyi ve rakibi iyi tanımamak olarak göstermek mümkün. Hanlıklar arasında en güçlüsü olan Kazan’ın Rusların eline geçmesi haberi anlaşılan İstanbul’a geç gelmişti. Kazan ise iktidar savaşlarının sürmesi, bir kesimin Ruslara satılmış olması, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerden haberdar olunmaması ve dünyaya kapalı yaşanması nedeniyle zamanında İstanbul ile temasa geçmemiş ve bu tehlikeyi de Osmanlı padişahına bildirememiş olmalıdır. Aslında bugün de Rusya’daki Tatarların durumu o günkünden pek farklı değil.

Ruslar ise geçmişte de şimdi de düşmanlarını veya komşularını çok dikkatle incelemeye devam etmektedirler. Bilhassa Çar Büyük Petro bilimsel araştırmalar çok önem vermiş, akademiler ve üniversiteler açılmış yurt dışından bilim adamları getirilmiş, Petro donanmayı ve orduyu kendisi bizzat modernleştirmiştir.

1713-1917 yıları arasında Rusya’da Türkiye ile ilgili 4.874 eser yayımlanmış bulunuyor. Bunların yarıdan fazlası tarihle ilgili idi. Bu da Rusların Osmanlıya verdiği önemi göstermektedir.

Rus tarihçiler, bizim hicri olarak 93 (1293) veya 1877/78 harbi dediğimiz Rus-Osmanlı savaşına, bir yıl kadar sürmüş olmasına rağmen ziyadesiyle önem vermişler. Bu konuda 267 eser bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili gelecek yazımızda teferruat bulacaksınız.

Author: Nadir Devlet

Prof. Dr., Türk Dünyası tarihi ve uluslararası ilişkileri uzmanıdır. 20 ve 21. yüzyılda Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk halklarının geçmişi, bugünü, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yapıları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Share This Post On

Submit a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This