TÜRKİYE GÖÇMENLER ÜLKESİ Mİ?

 

 

1949 yılının Martında Türkiye’ye göçtüğümüzde ben henüz 4,5 yaşımı biraz aşmıştım. Bana yabancı ancak yakın bir dilde konuşulduğunu ilerleyen yıllarda fark ettim. Buluğa erme çağında ise yaşadığımız Kurtuluş’ta Türk olmayan arkadaşlarımdan Rum, Yahudi ve Ermeni (onların da Katolik ve Gregoryen gibi değişik mezheplere mensup olduklarını da) kimliklerini öğrendim.

Oysa ben onların dışında herkesin Türk olduğunu düşünüyordum. Aslında bize öğretilen buydu. Daha sonraları çok kimseden “benim kökenim, anneannem, dedem vb. Türk değil” dediklerini duydum. Bize de Kazan Türkleri diyorlardı, ancak biz kendimizi Tatar diye adlandırıyorduk. Ancak bunu pek uluorta dillendirmemeyi de yavaş yavaş öğreniyorduk. Çünkü Tatarlarla ilgili hayli çirkin deyimler dolaşıyordu. Ben Tatar olduğum için bizzat tatsızlıklar da yaşadım. Tabii ki bunu bütün Türk ulusuna teşmil etmek doğru olmayacaktır.

Türk Dünyası ile ilgilenmeye başladıktan sonra, Türkiye’nin de çok karmaşık dini ve etnik yapıya sahip olduğunu öğrendim. Ancak yine de Türk bilim çevrelerinde, resmi yayınlarda veya basında Türkiye’nin etnik veya dini yapısı ile ilgili sağlıklı verilerin olmadığını anladım.

 

Bugün hala kullanılan tek resmi veri 1965 yılında yapılan nüfus sayımıdır. Orada da ancak “en iyi bildiğiniz veya en çok kullandığınız dil hangisidir” sorusu bize yol gösterici olmuştur. Ancak bir mahzuru vardır: O da insanların bu soruya cevap vermekten çekinmiş olmaları ihtimali göz önünde tutulmamıştır.

Kısacası 50 yıl Türkiye’de etnik köken, dini inanç gibi insanların kimliklerini belirlemede önemli etken olan bu hususları içerecek nüfus sayımları yapılmamıştır. Devlet belki de ulus kimliğine zarar vereceğini düşünmüştür. Anayasamızın 58. maddesinde “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağları ile bağlı olan herkes Türk’tür” demektedir. Ancak bu Batıda vatandaşlık adı olarak yorumlanan siyasi kimliği belirler. Zaten çatışmalar bunu artık bariz olarak ortaya çıkmıştır. Devlet Türkiye’de kullanılan değişik dillerde yayınlar yapmaya başlamıştır.

 

Şimdi Türkiye toplumuna baktığımızda, kabaca aşağıdaki tablo ile başlıktaki soruya cevap verebiliriz.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, 2014 yılı itibarı ile Türkiye’de aşağıdaki miktarda mülteci ve sığınma talebinde bulunan çeşitli uluslar bulunmaktadır.

 

UNHCR 2015 yılı tahminlerine göre

Statü Köken

Ocak 2015

Aralık 2015

Ülkedeki toplam UNHCR’den destek alanlar Ülkedeki toplam UNHCR’den destek alanlar
Toplam 1.633.560 1.632.930 1.889.780 1.888.930
 
Mülteci Afganistan 3.930 3.930 3.930 3.930
Irak 25.470 25.470 37.470 37.470
Suriye 1.500.000 1.500.000 1.700.000 1.700.000
Çeşitli 12.070 12.070 17.070 17.070
İltica talep edenler Afganistan 32.330 32.330 42.330 42.330
İran 10.250 10.250 14.250 14.250
Irak 43.070 43.070 67.070 67.070
Çeşitli 5.820 5.820 6.820 6.820
Vatansız Vatansız 330 550
Diğer Rusya Federasyonu 310 310

 

 

Genelde Türkiye bu nevi mültecilere vatandaşlık vermek istememekte ve bir başka ülkeye gidene kadar onlara geçici ikamet vermektedir.

 

Yukarıdakilerin dışında bir de yüzyıllar içinde Türkiye coğrafyasına göçen ve şimdi vatandaş statüsü taşıyan milyonlar mevcuttur.

Rusya coğrafyasından Türkiye’ye göçler Osmanlı Devleti döneminde başlamıştır. İlk olarak 1783 yılında Kırım Hanlığı Rusya tarafından işgal edilince yüz binlerce Kırım Tatarı Ak topraklara hicret etmiştir. Rusya’nın Kafkasya bölgesindeki ilerlemesi ve 93 harbi (1788/89) dediğimiz savaşta Osmanlının kaybetmesi üzerine, oradaki (genel olarak bizim Çerkez dediğimiz) Müslüman azınlığın bir haylisinin Osmanlıya sığınması ile sonuçlanmıştır. Sovyetler Birliğinin 1991 sonunda dağılması da çok çeşitli Türki toplulukların olduğu gerçeğini Türk kamuoyuna duyurmuştur.

1912-1913 Balkan Savaşları neticesinde bu sefer başlıca Bulgaristan’dan Türk ve Müslümanlar iltica etmişlerdir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra Yunanistan’la yapılan antlaşma çerçevesinde Türk olup olmadıklarına bakılmaksızın Yunanistan’daki Müslümanlar Türkiye’ye, Türkiye’deki Ortodokslar Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir. Bu cumhuriyetin ilk yüzkarasıdır. Bu uygulama ile Ermeni tehcirinden on yıl dahi geçmeden Türkiye’den çok sayıda Hıristiyan uzaklaştırılmış oldu.

 

Kısacası Türkiye Türk kökenlilerden ziyade inanç olarak Müslümanların sığınma ülkesi haline geldi. Muhacir, mübadil, göçmen, serbest göçmen gibi adlarla bilinen bu insanlara Türklüğe adapte olma şartının dışında pek bir zorluk çıkarılmadı. Hepsi bir şekilde Türk toplumuna entegre oldu. Hiç birine kendi ana dillerinde eğitim, basın-yayın veya kendi ibadethanelerini açma hakkı tanınmadı. Zaten gelenlerin ekserisi Müslüman olduğu için ibadet konusu büyük bir sorun teşkil etmedi. Ana dil konusu ise evde öğrenilen kadarla sınırlandı. Ancak yine de kendi etnik kimliklerini vurgulayanlar mevcuttur. Bilhassa Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçe yayının serbestleşmesi üzerine diğer etnisiteler de kendi kimliklerini aramaya başladılar.

 

Şimdi Türkiye’deki belli başlı etnik guruplara bakarak onların sayılarını tahmin etmeye çalışalım.

Türkiye’de resmi olarak bu sayılar tespit edilmediğinden (veya gizli tutulduğundan) tahmin etmenin dışında imkânımız kalmıyor. Milliyet gazetesinin 06 Haziran 2008’de yayınladığı habere göre o tarihte Türkleşmiş olanlar ile birlikte 55 milyon Türk vardı.

 

Erciyes, Elazığ, Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi’ndeki öğretim görevlileri tarafından hazırlanan raporda 5 ila 25 milyon kişi olduğu söylenen Aleviler’in nüfusu 8 milyon 750 bin civarında bulunuyor. Avrupa’daki 1 milyon Alevi ile araştırmanın tamamlanmadığı 8 il de dâhil edildiğinde Türkiye’de 10 milyon civarında Alevi bulunuyor. Araştırmanın 8 yıl önce yapıldığı göz önüne alındığında bugünkü Alevi nüfusunun 11 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Buna göre Türkiye nüfusunun yüzde 85’i Sünni olarak göze çarpıyor.

Prof. Şaban Kuzgun başkanlığında yürütülen proje kapsamında Türkiye’deki 68 il, ilçe, köy, mahalle ve sokaklar tek tek dolaşıldı. Yapılan çalışmada insanların hangi kökenden, mezhepten ya da tarikattan olduklarının profili çıkarıldı.

 

İşte o rapora göre Türkiye’deki etnik grupların nüfuslarının dağılımı:

TÜRKLER: Türkmen, Yörük, Tatar, Tahtacı, Terekeme, Karaçay, Azeri gibi Türk soyundan gelen gruplar, Türkler’i oluşturuyor. Kökenleriyle ilgileri kalmayan bu grup 50 milyon civarında ve diğer Türkleşme sürecinde olanlar da dâhil edildiğinde bu sayı 55 milyona çıkıyor.

KÜRTLER: Raporda ikinci grup olarak Kürtler gösteriliyor. Sayıları 3 milyon civarında olan bu gruba Zazalar da dâhil edildiğinde Kürt nüfusu 12 milyon 600 bini aşıyor. Ancak bu sayının 2,5 milyonu ciddi derecede Türkleşme sürecinde ve bazı yerlerde Kürtlüğünü kabul etmeyen bile çıkıyor.

GÜRCÜLER: Ağırlıklı olarak Ordu, Artvin, Samsun ve Marmara bölgesinde yaşıyorlar. 1 milyona yaklaşan nüfusuyla Gürcüler, Karadeniz’deki birkaç ilde yaşayanların dışında Gürcüceyi unutmuş durumda. Ancak son yıllarda Gürcistan’ın kurulmasıyla Gürcülüğe yönelik bir artış olduğu dikkat çekiyor.

BOŞNAKLAR: Adapazarı, İzmir ve Manisa’da toplu halde yaşayan Boşnakların nüfusu da 2 milyonu buluyor.

ÇERKEZLER: Değişik şehirlerde yaşayan Çerkezler de 2,5 milyon civarında ve Çerkezlerin yüzde 80’i Çerkezceyi unutmuş görünüyor.

ARAPLAR: Başta Siirt, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Hatay, Adana ve İstanbul’da yaşıyorlar. Türkiye’deki nüfusları 870 bin olarak gösteriliyor.

ARNAVUTLAR: Türkiye’deki nüfusları 1 milyon 300 bini aşmış durumda. Arnavut nüfusunun yarıdan çoğunun, Türkleşme süreci sonunda Arnavutluk’la hiçbir ilgisi kalmadı. 500 bin Arnavut da ise çok canlı bir şekilde ‘Arnavutluk şuuru’ var.

LAZLAR: Bütün Doğu Karadenizlilerin Laz sanılması yanlışından dolayı kalabalık sanılan Lazlar’ın gerçek sayısı 80 bin civarında. Çünkü bir Kafkas halkı olan ve Lazca konuşan gerçek Lazlar, Rize ve Artvin’in birkaç köyünde ve göç ettikleri birkaç Marmara şehrinde yaşıyorlar.

HEMŞİNLER: Lazlar gibi Rize ve Artvin’in bazı ilçelerinde yaşıyorlar ve sayıları 13 bin civarında.

POMAKLAR: Bazılarına göre Türk, bazılarına göre Slav ırkından olan Pomaklar da 600 bin civarındalar ve tamamıyla Türkleşmiş durumdalar.

DİĞER ETNİK GRUPLAR: Türkiye’de yaşayan diğer etnik grupların sayısı da 1 milyonu aşıyor. Bunların arasında Çingeneler (Romanlar) 700 binlik nüfusuyla başı çekiyor. Ekonomik nedenlerle Türkiye’ye göçen 500 bin Azerbaycanlı da bu grupta değerlendirilebilir. Türkiye’de ayrıca 60 bin Ermeni, 20 bin Yahudi ve 15 bin Rum kökenli vatandaşın yanı sıra çok az sayıda Süryani de hayatını sürdürüyor.

 

Yukarıdaki rakamları toplarsak 20 milyonu aşan bir sayı ile karşılaşıyoruz.

Bir Hıristiyan kuruluşunun dünyadaki Hıristiyanları ve olmayanlardan ne kadarına ulaşılabildiğini araştıran Joshua Project Türkiye’deki Türk olmayan unsurları 22,5 milyon olarak belirtiyor. Her iki araştırma da aslında birbirine yakın rakamlar veriyor.

Bu verilerden hareket ederek Türkiye’nin ABD gibi bir göçmen ülkesi olduğunu iddia edemeyiz. Ancak asırlardır bu topraklarda yaşayan Kürtleri, Süryanileri, İstanbul ve Karadeniz Rumlarını çıkarsak bile % 10 kadar bir mülteci veya göçmen nüfusa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda 2 milyona yaklaşan nüfusları ile Suriyeli mültecileri bu hesaba dâhil edersek bu oran daha da artacaktır.

Bugün ciddi bir “Suriyeli mülteciler sorunu” ile karşı karşıyayız. 2 milyona yakın mülteciyi kabul eden Türkiye, tarihinin çeşitli dönemlerinde aynı şekilde başka mültecileri de kabul etmek zorunda kalmıştır. Türkiye komşularının istikrarsız olması dolayısıyla sığınılan bir ülke konumuna gelmiştir. Her ne kadar Türki kökenliler Türkiye’yi göçülecek bir ülke olarak seçmişlerse de, Osmanlı mirası olarak birçok Müslüman da Türkiye’ye sığınmıştır.

Kısacası Türkiye, bünyesindeki etnik ve inanç farklılıklarını kabul etmeye başlamıştır. Bu da toplulukların bir arada barış içinde yaşaması için gereklidir. Ancak Suriyeli mültecilere karşı davranışlar Türk vatandaşlarının kendi dışından olanlara karşı hoşgörülü davranmaya hazır olmadıklarını göstermektedir.

Ne demişler: Misafir misafiri sevmez, ev sahibi hiçbirini sevmez.

 

 

 

 

 

Kapak görseli

Author: Nadir Devlet

Prof. Dr., Türk Dünyası tarihi ve uluslararası ilişkileri uzmanıdır. 20 ve 21. yüzyılda Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk halklarının geçmişi, bugünü, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yapıları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Share This Post On

Submit a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This