TÜRKİYE’DE AKADEMİSYEN OLMAK (2) – Üniversitelerimizde 33 Yıllık Yeni Dönem

Prof. Dr. Nadir Devlet, bu dizinin ilk yazısında üniversitelerin genel durumuna değinmiş, 1960’lı yıllarda yaşanan “özel üniversite” furyasını ve sonuçlarını anlatmıştı. Dizinin ilk yazısına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

 

ÜNİVERSİTELERİMİZDE 33 YILLIK YENİ DÖNEM

Bu gibi derme çatma yüksekokullardan mezun olanlara ise daha sonra 1982’de değişik devlet üniversitelerinin diplomaları verilmiştir. Eğitim konusundaki bu rezalet ne ilk olmuş, ne de son olacaktır. Ecevit zamanında “hızlandırılmış eğitim” adı verilen 3-4 aylık kurslarla öğretmenler mezun edilmiştir. Ecevit’ten sonra gelen iktidar da aynı uygulama ile öğretmenler yetiştirmişti. Bu, bilgiden yoksun kimseler Milli Eğitim camiasında 20-25 yıl öğretmenlik yaparak, çocuklarımızın yetişmemesine katkı sağlamışlardır. Devlet onlara diploma verdiğine göre, ebeveynler ve öğrenciler için onlar da itibarlı öğretmenler addedilmişlerdir. Bu sistemden yabancı dil öğretmeni olarak mezun olanlar ne okuttukları dili bilmişler, ne de pedagojik formasyondan geçmişler, öğrencilerin eğlence unsuruna dönüşmüşlerdir.

MEB’in derdi kaliteli eğitim vermek yerine, ders saatlerini doldurmak olduğundan bu gibi yetersiz personeli de kullanmaktan çekinmemiştir. Ancak ülkemizde vasıfsızlık bir vasfa dönüştüğünden sonunda bu da unutulanlar arasına girmiştir.

 

Bugüne dönersek, 114 devlet üniversitesinin ancak 27’si 1982’den önce mevcuttu.

Türkiye’de uygulanan yanlış eğitim politikaları sonucunda ortaöğretimdeki öğrencilerin çoğu herhangi meslek öğretmeyen liselerden mezun olunca, bir meslek edinmek için üniversitelere girmeye çalıştılar. Bunun için YÖK’ün düzenlediği sınavlarda başarılı olmaları gerekiyordu. Bu sınavlar eleme maksatlı düzenlediğinden üniversite adayları hızlı test çözebilme tekniklerini öğrenmek için okullarının dışında dershanelere gitmeye başladılar. Fakat buna rağmen her lise mezunu bir üniversiteyi kazanamıyordu.

 

1982 Anayasası ile YÖK yasası da çıktı ve artık adları vakıf üniversitesi olan, devletin denetimindeki özel yüksek eğitim kurumları pıtrak gibi yayılmaya başladı. Bu vakıf üniversiteleri ancak paralı öğrencilere hitap ettiğinden, parasızlar için 2008’de her vilayette bir üniversite açma kanunu kabul edildi. Böylece şimdi her şehirde adı üniversite olan ancak bir iki branştan fazla eğitim veremeyen yüksekokullar ortaya çıktı.

Biraz da 1965’teki durumu andıran bu çözüm belki birçok öğrencinin sıkıntısına cevap oldu. Ancak mezunlar sonunda işsizler ordusunun birer temsilcisi olmaktan kurtulamadılar. Çünkü ekserisi liselerde gerekli eğitimi alamamış, başarısız öğrenciler idi.

MEB ilk ve orta öğretimde sınıfta kalmayı kaldırdığı için üniversiteye gelen öğrenciler de bu alışkanlıklarını sürdürmeye gayret ettiler. Bir hayli devlet ve vakıf üniversitesi bu taleplere boyun eğdi. Mezun ederek bu gibileri başlarından attılar.

 

Türkiye’de üniversite sayısı 175’e çıktı, öğrenci sayısı üç kat arttı. Ancak halen 45 bin öğretim elemanı açığı var. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 51. Kimi üniversitelerde bu rakam 110’u buluyor. Altı yıl önce kurulan Hakkâri Üniversitesi’nde sadece üç profesör var. 329 kişilik akademisyen kadrosunun 171’ini araştırma görevlileri oluşturuyor.

 

 

Devlet üniversitelerinde öğretim elemanı başına 22, öğretim üyesi başına 51 öğrenci düşüyor. Kimi üniversitelerde bu rakamlar iki kat artıyor. Dumlupınar Üniversitesi’nde öğretim üyesi başına 110, Kocaeli Üniversitesi’nde 101 öğrenci, Beykent Üniversitesi’nde 112, Çağ Üniversitesi’nde 73 öğrenci düşüyor. Türkiye’nin öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı bakımından OECD ortalaması olan 16’ya ulaşabilmesi için, 20 bini doktoralı olmak üzere 45 bin öğretim elemanına ihtiyaç var.[1]

 

Bugün 15 milyon insanın yaşadığı İstanbul’da 9 Devlet üniversitesine karşılık, Hava ve Deniz Harp Okulları, 6 tane Vakıf Meslek Yüksekokulu ve 40 Vakıf Üniversitesi bulunuyor.

2015’te devletin Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi açıldı. Toplam olarak İstanbul’da 565 bin öğrenci, bu yüksekokullarda eğitim almaktadır. Öğretim elemanları ise 28 binden biraz fazladır.

Vakıfların yükseköğretim kurumları, devlet yükseköğretim kurumlarından farklı bir işleyişe sahip bulunuyor. Devlet üniversitelerinden farklı olarak, vakıf üniversitelerinde “mütevelli heyeti” belirleyici bir rol taşıyor. Mütevelli heyeti, üniversiteyi kuran vakfı temsil ediyor ve akademik personeli ilgilendiren konular da dâhil olmak üzere birçok konuda karar ve denetim yetkisini elinde bulunduruyor. Pratikte ise vakıf üniversitelerinin önemli bir kısmında mütevelli heyet başkanı strateji belirlemeden iş sözleşmelerinin imzalanmasına, personel izinlerinin onaylanmasından ya da iptalinden öğrenci burslarının tayinine her konuda tek yetkili isim.

 

Türkiye çapında üniversitelerdeki öğrenci sayısı ise 6 milyon 63 bin iken, 2014-2015 eğitim yılında 450 bin öğretim elemanı bu öğrencilere ders veriyordu. Türkiye çapında 21 bin profesör, 14 bin doçent ve 33 bin yardımcı doçent bulunuyor (toplam 68 bin). Bunların % 9 kadarı (6 binden biraz fazlası) vakıf üniversitelerinde görevli bulunuyor. Tabii ki öğretim elemanları kategorisine öğretim görevlileri, uzmanlar ve araştırma görevlileri de girmektedir. Bu rakamları YÖK’ün sitesinden aldım. Fakat Milli Eğitim Bakanı yükseköğretimde 5,5 milyon öğrenci var şeklinde beyanatta bulundu. Gelin de şimdi istatistiklere inanın. Bakan yarım milyonu yok saymış!

Yükseköğretim denilince ön lisans, ikinci öğretim, uzaktan eğitim, lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde eğitim anlaşılıyor. Yüksek Lisansta 341.101, doktorada ise 78.223 aday bulunuyor ki, bunlar da takriben yarım milyon ediyorlar. Ana babaları da dâhil edersek 18 milyonu ilgilendiren bir konu bu yüksek eğitim. Bu işin ancak rakamsal yönü. Kalite yönüne ise daha ilerde değineceğiz.

 

 

 

 

[1] “3 Profesörlü Üniversite”, http://www.egitimajansi.com/haber/3-profesorlu-universite-haberi-33307h.html (erişim: 02 Temmuz 2015)

 

 

 

Kapak görseli

Author: Nadir Devlet

Prof. Dr., Türk Dünyası tarihi ve uluslararası ilişkileri uzmanıdır. 20 ve 21. yüzyılda Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk halklarının geçmişi, bugünü, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yapıları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Share This Post On

1 Comment

Trackbacks/Pingbacks

  1. Türkiye’de Akademisyen Olmak (2) | Akademik Personel 2015-2016 - […] Kaynak: kılavuzkirpi.com […]

Ahmet Muratoglu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Share This