Üniversitelere Genel Bir Bakış (1960 – 1980)
Türkiye’de 31 yıldan beri akademik hayatta faaliyet gösteren biri olarak, dilim döndüğü kadar bazı tecrübe, analiz ve yorumlarımı aktarmak istedim. Pek kimseye faydası olmayacağını bilsem de, yani resmi eğitim kurumlarındaki yetkililerin buna kulak asmayacakları gerçeğine rağmen, bu satırları yazmayı vicdani sorumluluk olarak gördüm.
Şüphesiz sizlerle paylaşacaklarım kendi tecrübelerime dayanmaktadır. Mutlaka değişik meslektaşlarımızın değişik tecrübeleri de olmuştur. Örneğin hayatında akademisyen olmayacakken, hasbelkader üniversite camiasına girmiş olanlar da vardır bu camiada. Torpilleri sağlam çıkmıştır veya etkili hocaları, kocaları, vs. olmuştur. Ne de olsa Türkiye’de oldukça yaygın siyasi parti, tarikat, sağ ve sol cemaat yandaşlığı da oldukça imkânlar sağlar. Neticede başka meslekler gibi bu meslekte de kervana katılmak için hangi gruba mensup olduğunuzu belirtmeniz gerekir. Bu grupların liderlerinin doğruları da sizin doğrularınız olduktan sonra hayli rahat edersiziniz.
Ülkemizde şu anda 190 üniversite bulunuyor. Bu üniversitelerde 6 milyondan fazla (6.062.886) öğrenci eğitim görüyor. Bu rakamlara baktığımızda sırf bu öğrenci mevcudunun bile Finlandiya gibi onlarca ülkenin nüfusundan fazla olduğu anlaşılıyor. Ne demişler: Masum yalanlar, etkili yalanlar ve bir de istatistikler var. İşte yukardaki rakama bakarsanız bizim ülkemizi üstün bir bilim merkezi de sanabilirsiniz. Siz sanmaya devam edebilirsiniz. Bunun için sizi kimse suçlamayacaktır, endişelenmeyin.
Bu 190 üniversitenin neredeyse %30’nu (veya 76 adedini) vakıf [özel] üniversiteleri teşkil ediyor. 1982 yılında kabul edilen Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) çerçevesinde vakıf üniversitelerinin açılmasına izin verilmişti. Malum Osmanlı’dan beri devletten vergi kaçırmanın yolu vakıflar olduğu için zenginlerin çoğunun bu gibi vakıfları bulunuyor.
İşte bu vakıflar adına 1982’den bugüne kadar 76 vakıf üniversitesi açılmış bulunuyor. Bu gibi özel üniversitelerde mütevelli heyeti başkanı son sözü söyleme hakkına sahip olduğu için akademik kriterlere her zaman uyulmadığı da bir gerçek. Ekserisi bir şahsa veya aileye ait bu üniversitelerin, tabii ki akademik açıdan bakıldığında oldukça iyi seviyede olanları bulunuyor.
Ülkemizdeki ilk vakıf üniversitesi YÖK’ün birinci başkanı İhsan Doğramacı’nın kurduğu Bilkent Üniversitesi olmuştur (1984) (Şimdiki adı Prof. Dr. İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi’dir). Güzel bir kampüsü, kütüphanesi, hatta orkestrası vardır.
Ancak günümüzde özel üniversiteler, Türkiye’de 1960’larda gerçekleşen benzer ve başarısız uygulamayı hatırlatmaktadır. Bu sistemden geçerek diploma alanlar bugün ya öldü, ya da emeklilik yaşına geldi. Ülkeye katkıları oldu mu? Tabii ki oldu. Nasıl oldu, orasını bilmiyorum. Haksızlık etmeyelim, biz “odunu aday koysam, seçilir” denilen bir siyasi geleneğin çocuklarıyız…
1961 Anayasasına göre, 8 Haziran 1965’te “625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu” çıkarılmış, 18 Aralık’ta resmen yürürlüğe girmişti. Henüz kanun çıkmadan önce bile 1962 yılında ilk özel yüksel okul açılmıştı.
Eğitime başladıkları ilk alanlar mühendislik ve mimarlık üzerineydi. İstanbul’da Galatasaray Mühendislik, Vatan Mimarlık Mühendislik, Işık Mühendislik özel yüksekokulları, İzmir’de Buca Mühendislik, Ankara’da ise Yükseliş Mimarlık Mühendislik (Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel’in sahibi olduğu) özel yüksekokulları ilk akla gelenleridir.
Kısa süre içinde de bunları eczacılık, dişçilik, gazetecilik, siyasal bilgiler gibi alanlarda açılan özel yüksekokullar izlemişti.
Daha çok gündüz çalışan öğrencilere hizmet ve diploma veren gece bölümlerinin revaçta olduğu okullardı. Kısa süre içinde de eğitim yaptıkları alanlarda verdikleri diplomalarla, o mesleklerde kaliteyi düşürdükleri ve anayasanın eğitimde fırsat eşitliği ilkesine aykırı faaliyette bulundukları gerekçesiyle şimşekleri üzerlerine çekmeye başladılar. Bu eleştirilerde Hacı Ali Demirel’e ait Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Okulu’nun payı büyüktür.
İlk şiddetli tepkiyi Mimarlar Odası göstererek bu okullardan mezun olanları odaya kayıt etmedi. 1969 yılına gelindiğinde bu okulların sayısı 44’e çıkmıştı. Çünkü her kapital sahibi özel yüksekokul işinde iyi para görmüştü. Bir apartman kiralayan müteşebbisler bu işe giriştiler.
1969 yılı, tüm Türkiye’deki özel okulları kapsayan ve Mayıs ayından Kasım ayına kadar özel okulların işgal altında kaldığı bir öğrenci eylemine sahne oldu.
1971 Şubatında Anayasa Mahkemesi bu yüksekokulları kapatmıştır[1].
Binaları devletleştirildi ve ilgili devlet okullarına bağlandı. Devletleştirilen özel yüksekokullar 1974 yılından itibaren Türkiye’nin içine yuvarlandığı karışıklık ortamı için başka bir sorun oluşturdu. Genellikle konum olarak bağlı oldukları okullardan ve dolayısıyla otoritesinden uzak olduğu için polisiye tedbirlerin pek işlemediği, yakınlarında bulunan öğrenci yurtları ile birlikte dokunulmazlığı olan, belli siyasal güçlerin kaleleri haline geldiler. Buna da en büyük neden 1974 yılında Ecevit hükümetinin çıkardığı afla okula dönen ve çoğu politik nedenlerden eski yıllarda okullarından uzaklaşmış, hapse girmiş kişilerin geri dönüşte, konumları nedeniyle midir bilinmez, bu okulları tercih etmeleridir.
İlk defa uygulamaya başlanan merkezi üniversite seçme sınavı ile bu okulları kazanıp giren öğrenciler ise tam bir hercümerç içine düşmüşlerdir. 1980 yılına kadar da bu böyle sürdü. 1980 yılından sonra bu okullar peyderpey bağlı oldukları kurumlar bünyesinde eritildi. [2]
[1] Ş. Uygun, “Türkiye’de Dünden Bugüne Özel Okullara Bir Bakış (Gelişim ve Etkileri)”, A.Ü. Eğitim Bilim. Fak. Derg. (2003),cilt 23, sayı 1-2, s.107-120.
[2] Özel Yüksek Okullar, https://eksisozluk.com/ozel-yuksek-okullar–1460538 (erişim: 02 Temmuz 2015)
Trackbacks/Pingbacks